Image: Morgan Housel, Unsplash

Saatlerimizi Ayarlayalım: Zamanın değerini yeniden anlamlandırmak

Son bir yıldır zaman algımız biraz şaştı, değil mi? Ofis saati, aile saati, uyku saati, yemek saati, spor saati… tüm saatler birbirine karıştı ve yavaş yavaş kendimize daha minimalist bir düzen kurmaya başladık. Sonu belirsiz bir günün içinde kendimizi sürekli tekrar ediyormuş gibi hissediyoruz, adeta Groundhog Day!

--

Zaman algımızla beraber geçen zamanı hafızamıza nasıl kaydettiğimiz de değişiyor. En son ne zaman R sayısı 1’in altına düşmüştü, en son evden hiç çıkmadan kaç gün geçirmiştik, en son ne zaman bir restorana gidip keyifle yemek yemiştik? 2020 hiçbir şeyi netleştirmediyse bile bir şeyi netleştirdi: uzun süre atalet içinde kalırsak, zaman algımız değişmeye başlıyor.

Geçen yazıda gelecek bulmacasından ve bilinmezliği anlamlandırmaktan söz etmiştik. Geleceği şekillendirmeye başlayacağımız en temel noktalardan biri zamanı düşünme biçimimizi yeniden anlamlandırmak olabilir.

Saatin ayarı insandır.

Zamanın değerini yeniden anlamlandırmaktan söz ederken, Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanı üzerinden Türkiye’nin tarihsel ve kültürel dönüşümünü harika biçimde betimleyen Ahmed Hamdi Tanpınar’a değinmemek olmaz. Romandaki ana karakter, Hayri İrdal’ın saatlerle tanışmasına vesile olan ustası Nuri Efendi’nin ağzından duyacağımız şu sözler, Covid-19 salgını nedeniyle evlerine kapanmış milyonlarca insanın zaman algısının değişimini anlamlandırmamıza yardımcı olabilir:

“Saatin kendisi mekân, yürüyüşü zaman, ayarı insandır… Bu da gösterir ki, zaman ve mekân, insanla mevcuttur!”

Nuri Efendinin bu sözüne göre, zamanın akış hızını belirleyen şey insanın ta kendisi! Salgın öncesi dönemde ve şimdilerde zamanın akış hızına bakınca bu söze hak vermemek elde değil. Saatin ayarı insandır ve insanlar durdukça zaman da yavaşlıyor.

Zaman olgusu salgın başladığından beri herkes tarafından çok farklı hissediliyor. Kimisi zamanın uçup gittiğini, kimisi ise kurşun gibi havada asılı kaldığını düşünüyor. Kimisi çoluk çocuk, ev işleri, çalışma saatleri derken ne zaman gece olduğunu fark edemiyor. Kimisi de yalnız başına karantinada dört duvara bakıyor ya da kimbilir kaçıncı diziyi izliyor; her günü bir ay gibi yaşıyor.

Şu sıralar Pakt Anlamlandırma Ofisi olarak yaptığımız çalışmada elde ettiğimiz içgörülerden biri şunu gösteriyor: insanlar salgından beri kısa vadede zamanın yavaşladığını (gündelik, haftalık, vb.), ama uzun vadede ise hızlandığını (aylık, yıllık, vb.) ifade ediyorlar. Yani, bir gün insanlara eskisinden uzun gelmeye başladı, fakat geriye dönüp baktıklarında ayların ne kadar çabuk geçmiş olduğuna da şaşırıyorlar.

Bu perspektiften baktığımızda da insanların hayatı yavaşlayıp daralınca zamanın nasıl uzadığını görebiliyoruz. Zaman algısındaki bu değişim zamana atfettiğimiz değeri ve zamanı kullanma biçimimizi yeniden tanımlamak için olağanüstü bir fırsat! Zamanın değerini yeniden belirleyerek dünyanın, doğanın, insanların ve geleceğimizin akışını değiştirebiliriz.

Buna önce kendimizden başlayıp sonra da şirket, marka ve kurumlarımıza yansıtabiliriz. İş yapış biçimlerimizden tutun da ortaya çıkan hizmet, ürün veya emeğin değerini hesaplamaya kadar her şeyin içinde zamana endüstri çağında atfedilmiş değerin izleri var.

Zaman = Değişim

Zaman tarih boyunca değişimi ölçmek için kullanılan bir araç olmuştur. Tarım toplumunda güneşin doğuşu/batışı ve mevsim dönümleri önemli değişim zamanları iken endüstri toplumunda mesai saatleri önem kazandı. Ekonomik sistem geliştikçe zaman ve değer arasındaki ilişki de gelişmeye başladı ve son geldiğimiz noktada, “vakit nakittir” temel düsturumuz haline gelmişti.

Şu an içinde bulunduğumuz salgın süreciyle beraber bu ilişkinin yeniden şekillenmeye başladığını düşünebiliriz. Fakat bu sefer zamanın bolluğu üzerinden değil, kalitesi ve doluluğu üzerinden bir ilişki gelişiyor. Yakın dönem anılarınızı ve tecrübelerinizi kısaca bir gözden geçirin, şunlar ne kadar sıklıkla karşınıza çıktı: kaliteli zaman, kıymetli zaman, verimli zaman…

Zaman artık mesaide geçirdiğiniz saat sayısı üzerinden hesaplanmamalı ya da şirketinizin müşterisine verdiği hizmeti saat ücreti üzerinden belirlenmemeli. Zira, o bir saatin değeri endüstri bandında yapılan bir çalışma gibi değil, o bir saatin ne kadarında odaklanmış ve dikkatini tamamiyle o konuya vermiş oluyorsunuz? Bu değişim ekseninde, biz de yaptığımız işlerde artık zamanın niceliği değil niteliği üzerinden bir değerleme yapmaya başlamamız gerekiyor.

Zaman harcayarak para kazanma çağı sona erdi.

Bu düşünce biçimi endüstri çağına ait ve bir üretim bandında tüm gün aynı şeyi tekrar eden işçilerin verimli çalışması üzerinden tasarlanmış bir yöntem. Sekiz saatlik mesai fikri 1817’de Robert Owens tarafından “sekiz saat mesai, sekiz saat serbest zaman, sekiz saat dinlenme” sloganıyla ortaya atılmış ve Henry Ford’un bu yaklaşımı benimsemesiyle tüm dünyaya yayılmıştı. Zamanın ve emeğin üretim bandıyla ilişkisinin kalmadığı, bilgi ve içerik üretiminden güç alarak varlığını sürdüren bir ekonomik sistemin hala sekiz saat mesai düşüncesini değiştirmemiş olması kimseye garip gelmiyor mu?

Bir saatlik odaklı bir çalışma, bir mesai saatinden daha değerlidir. Ama o bir saatlik odaklı çalışmayı yapabilmek için dengeli bir uyku, düzenli fiziksel egzersiz, sağlıklı beslenme ve dengeli bir ruh hali gerekiyor — ve bunları sağlamak da ayrıca zaman gerektiren şeyler. Bu şekilde kendi sağlığına ve huzuruna zaman yatırımı yapmayan bireyler ve kurumlar hem verimlilikten kaybediyor hem de tükenmişlik sendromuna zemin hazırlanmış oluyorlar.

İçinde bulunduğumuz çağda, ister bir saat, ister bin saat harcayın, sonuçta ortaya çıkan değer, çözüm, fikir temel belirleyici unsur. Mesela, bugünlerin en büyük patlamasını yapan Clubhouse için Mayıs ayında 100 milyon dolar değerleme yapılırken, değeri şu sıralar bir milyar doları aştı. Yenilikçiliğin ve yaratıcılığın yükseldiği bir dünyada, uzun mesailerin, ofiste sabahlamanın, çok meşgulüm ‘hiç vaktim yok’ diyerek kendini ulaşılmaz kılmanın pek bir anlamı kalmıyor.

Onun yerine, zamanı verimli kullanmanın, dikkat ve konsantrasyon yönetiminin ve etkin çalışmanın önemi artıyor. Dört saat masa başında oturup bulamadığınız çözüm, belki yarım saatlik bir yürüyüşe çıkıp geri döndüğünüzde masanızda sizi bekliyor olacak. O yüzden çalışmayı belirli bir zamana ve mekana sıkıştırmaya çalışmak, aslında üretkenliğe vurduğunuz en büyük balta olabilir. Ne demişti Nuri Efendi, “zaman ve mekan insanla mevcuttur.”

Vakit = Kayıp ilişkisi yükseliyor.

Bu çerçeveden bakınca, zaman şimdiye kadar harcanan, kullanılan ve geçirilen bir olguydu. Son birkaç zamandır, küresel ısınma ve iklim değişikliğinin de etkisiyle dünyanın vaktinin dolmaya başladığı düşünülmeye başladı. Bu anlamda zaman, artık harcanan değil, kaybedilen, daralan, ve tüketilen bir mefhum olmaya başladı. Bu yaklaşım dünyanın geleceğinden başlayarak tüm alanlara tezahür ediyor ve iş dünyası da bundan nasibini alacak. Geleceği şekillendirenler, zamanını etkin kullananlar olacak.

2012’de ABD Başkanı olan Barack Obama’ya Greenpeace tarafından yazılan açık mektubun başlığında “Zamanımız daralıyor” (We are running out of time) yazıyordu. 2018’de Greta Thunberg BM İklim Zirvesi’nde konuşma yaparken “Sunacak mazeretiniz kalmadı ve zamanımız da tükenmek üzere” diyerek durumun vehametini vurguluyordu.

2020’de tüm dünyanın başına gelen bu salgın belasıyla beraber zaman bir nevi durmuş oldu. Neredeyse tüm dünyanın evlerinde kapalı olduğu birkaç ay içinde bile, dünya bir nebze olsun kendine gelmeyi başardı. Hayvanlar rahat bir nefes aldı, hava kirliliği biraz olsun azaldı ve karbon ayak izimiz görünür şekilde küçüldü. Şirketler, markalar ve kurumlar zamanı ekonomik bir değere dönüştürmeye çalışırken, içinde yaşadığımız dünyanın ömründen çaldığımızı artık fark etmemiz gerekiyor. Biz durduğumuzda zamanın yavaşlaması ve dünyanın ömrünün uzamasına bakarak, hız ve kâr odaklı düşünmenin aslında bize ne kadar çok şey kaybettirdiğini görebiliriz.

Değişmemek = zamanın gerisinde kalmak

Yazının başında, zamanın ölçü biriminin değişim olduğunu söylemiştik. Bir paradigma değişiminin yaşandığı bugünlerde, dünyanın aynı şekilde hayatına devam edebileceğini düşünmek ve ister kişisel ister kurumsal olarak kökten bir değişime gitmeyi düşünmemek çok büyük bir kayıp olur. Geleceği inşa etmek için ne kadar çabuk harekete geçilirse, o geleceğe ulaşmak o kadar çabuk olabilir. Bu düşünceyle, harekete geçmeden, bir şeyleri değiştirmeden ve aynı şekilde yaşamaya-çalışmaya devam ederek geçirilen her dakika kaybedilmiş ve dolayısıyla zarar edilmiş sayılır.

Şirketler, değişim tasarımı (change design) veya değişim yönetimi (change management) gibi kavramlar etrafında iş yapış biçimlerini, üretim tekniklerini, kullandıkları malzemelerden tutun da isimlerini değiştirmeye kadar giden yolda büyük bir dönüşüm yolculuğuna çıkmaya başladılar çoktandır. Kısacası, herhangi bir değişiklik yapmadan geçirilen zaman şirketler, markalar ve kurumlar için kaybedilen zaman haline dönüştü. Bu anlamda, zaman ileri giden bir kavram olmaktan çıkıp, geri sayılan bir kavram haline gelmeye başladı.

Bu geriye sayım, dünya için olduğu kadar, değişen dünyaya, değişen zamana ayak uyduramayan kişi, kurum ve markaları da kapsıyor. Nasıl ki, Kodak dijital dönüşüme ayak uyduramadığı için bugün aramızda yok; değişen zamana ve zamanın değerini yeniden şekillenmesine adapte olamayanlar da geleceği inşa edenler arasında yer alamayacaklar. Zamanın kıymetini bilmek ve değişim için hemen şimdi ben ne yapabilirim diye düşünmeye başlamak ilk yapabileceğiniz şey. Hız ve kâr odaklı düşünmekten, bütünsel ve etki odaklı düşünmeye (ve o nedenle, acele etmeden düşünmeye gerektiği kadar zaman ayırmak) gerekiyor.

Bütünsel düşünce derken, alacağımız karar ve yapacağımız eylemlerin sonucunu bir tek parametre ekseninde değil, ortaya çıkaracağı tüm sonuçları göz önünde bulundurarak düşünmeyi kast ediyorum. Buna göre, yeni bir ürün geliştirirken getireceği kâr dışında, ortaya çıkaracağı diğer etkileri de göz önünde bulundurmak gerekiyor. Özetle söylemek gerekirse: zamanı yavaşlatın, ömrünüzü uzatın ve daha sistemik, bütünsel ve uzun vadeli değişimler hedefleyin.

--

--

Serdar Paktin
pakt anlamlandırma ofisi

I see things that are not there — yet. strategist. sensemaker. semiotician.